Valla Şirince o kadar güzel ki, tek bir sayfada anlatmayı bitiremedim, kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Yukarıdaki resmi St Jean kilisesinden aşağı inerken çektim, ortada kiliseyi, yanlarda ise eski rum evlerinin tadil edilmiş halini görüyorsunuz - görüntü çok hoş. İyi ki Şirince'de yaşamayı seçmiş kişiler var da, bizler de onların evinin dış cephelerini görüp neşeleniyoruz!
Tabi Temmuz ayı çok sıcak, sıcak olunca da sık sık sıvı almak gerekiyor. Ama hep de su içilmiyor, su içmişken hadi bir de çay içelim, hadi bir de gözleme yiyelim, yok ev baklavası varmış, teyze elleriyle yapmış diye diye sanırım kilo aldım - zaten azdı kilom iyi oldu :)
Ama köyde gözleme de ne güzel oluyor, incecik yufkayı gözünüzün önünde açıyorlar, tertemiz ve çok sağlıklı. Keşke benim de böyle el maharetlerim olsa, kendi yağtığım hamurların kalınlığını düşünüyorum da, köyde kalsam pek bir dalga geçerlerdi herhalde.
Dönüşte çarşıdan geçerken şarap tadımları olduğunu gördük, likör bardaklarına koydukları şarapları size tattırıyorlar, eğer beğenirseniz alıyorsunuz. Ben de önce araba kullanacağım için tatmak istemememe rağmen sonra dayanamadım ve bir kaç şarabın tadına baktım - meyve şaraplarını seçerek. Burada vişne, kayısı, portakal gibi meyvelerin suyundan şarap yapıyorlarmış, bu şaraplar yemekle değil yemek sonrası aperatif olarak içiliyormuş.
Pek bir şarap kültürüm yok, tek sevdiğim de aslında kırmızı şaraptır - o da bir kadeh, ikinciden sonra başım ağrımaya başlıyor. Ama meyve şaraplarını çok sevdim, hemen aldık, çantaya koyduk tabi - tüketim çılgınlığı böyle bir şey işte...
Neyse güzel köy Şirince'den ayrıldık, dönüşte yol biraz daha kısa geldi. Doğa içinde hayatı, sade ve basit olan ama yaşayan yerleri çok severim, bir gün İstanbul'u terk edip bu tip bir yerde yaşayacağım diye umuyorum, ama Şirince bu tip bir yer mi? Sanmıyorum, çok fazla "şehirleşmiş", nedense beni çekmedi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder